Ben Hülya Sezgin, ressam-yazar, evli ve iki çocuk annesi... Resim yapmak ve yazmak benim yaşam biçimim. Elbet önceliğim evim ve ailem. Sonrasında ise hani genelde boş vakit diye tanımlanır ya... işte bende o yok... o zamanlarda ya resim yaparım, ya da yazarım. Resimlerimde konum kaybolmaya yüz tutmuş geleneğimiz, göreneğimiz, kültürümüz, değerlerimiz olmakla birlikte yazılarımda da genelde farklı değildir konularım. Ek olarak davetli olarak gittigim farklı illerde ve yurtdışındaki festival ve resim çalıştaylarını anlatırım o yöreleri tanıtmaya yönelik... Bundan böyle sayın Zakir Kaya beyin teklifi ile KHA internet haber portalları okurları ile de buluşacağım yazılarımla. Ne diyelim... hayırlı olsun...
Elim kolum kalkmıyor, kolum kanadım kırılmış gibi… Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi kestiremiyorum. Bildiğim tek şey var, o da çok üzgünüm. O duysaydı hemen öfkelenirdi ve derdi ki “Üzülmenin azı çoğu olmaz… üzülmek tekdir…”
Ben de hemen karşı çıkardım “Fakat ben her şeye aynı oranda üzülmüyorum ki!”
Ama artık o yok ve ben ona çok üzülüyorum. Gerçi bir yıla yakın zamandır da yok sayılırdı. Çünkü yoğun bakımda hastanede idi…
Duayen gazeteci-yazar… hemşehrim, ağabeyim, Türkçe’nin efendisi, köşedaşım, bana Türkçeyi iyi kullanmayı, yazmayı öğretenim, canlı ansiklopedi, ayaklı kütüphane, bilgi küpü, onlarca kitap yazarı, Hasanoğlan Köy Enstitülü canım ağabeyim Zeynel Kozanoğlu’yu yitirmenin acısını yaşıyorum. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.
On yıl önceydi. Bir internet gazetesinde yazmaya başlamıştım. Yeniyim ya… Ustalar ne yazıyor, nasıl yazıyor sürekli okuyorum. Kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Yine bir gün bir yazar büyüğüm yazısında Çankırı’dan söz ediyor. Merak edip gazete sahibine sordum. “Hemşehrisiniz, tanışmanızı çok isterim” dedi.
On yıl önceydi. Bir internet gazetesinde yazmaya başlamıştım. Yeniyim ya… Ustalar ne yazıyor, nasıl yazıyor sürekli okuyorum. Kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Yine bir gün bir yazar büyüğüm yazısında Çankırı’dan söz ediyor. Merak edip gazete sahibine sordum. “Hemşehrisiniz, tanışmanızı çok isterim” dedi.
Çekinerek mail adresine yazdım, güzel bir yanıt aldım. Derken ailecek tanıştık, birbirimizi sevdik, evlerimize gidip geldik. Altı ay Danimarka’da, altı ay Türkiye’de yaşıyordu. Internet düzeneği üzerinden her gün sohbet eder olmuştuk. Çok okumuş, çok yazmış, yaşadıklarını da ekleyince her şeyi biliyor, her sorumu tek tek anlatıyordu. Mensubu olduğu Gazeteciler Cemiyeti’nde ona Türkçe’nin efendisi diyorlardı. Türkçemizi doğru kullanma konusunda çok titizdi.Çok şey öğrendim ondan. Allah razı olsun.
Sürekli TRT Türkü radyo dinlerdi. Spikerler yanlış bir sözcük kullansın, hemen eleştiri yazısı yazar, doğrusunu bildirirdi…
Ahmet Arif ile bir yıl çalışmış, sevdayı ondan öğrenmiş. Bir sevgi adamı idi. Herkesi, her şeyi seviyordu. Bir gün yazımda sık sık noktalı virgül kullanmamın yanlışlığını vurgulamak için dedi ki “Vallahi noktalı virgül olasım geliyor, o kadar seviyorsun ki!”
Beni yüreklendirmek için yazarlığımdaki dilime, ustalığıma övgüler yağdırıyor, resim konusunda yaptıklarımı, başarılarımı takdirle karşılıyordu. Öyle bir konuma gelmiştik ki kimi yazdıklarını bana yolluyor, okuyup fikrimi söylüyordum. Bir gün Köy Enstitüsü anılarını yazması gerektiğini, bunun çok önemli olduğunu söyledim. Bana hak verdi. Yazdı, ancak bastırmaya ömrü yetmedi.
Yetim büyümüş, çok acılar çekmiş. Anlatırdı… annesine hasret büyümüş. Bir gün “Sen annem gibisin. Beni koruyor, kolluyor, hep iyiligimi düşünüyorsun.” demişti. O da beni korur, kollardı. Hep destek çıkardı. Güvenirdim, çünkü o her şeyi bilirdi…
Köy enstitüsü onu çamurdaki pırlanta gibi köyden almış, yontmuş ülkeye bir değer olarak sunmuş…
Dertleşirdik… Özellikle Danimarka’da iken bir gün selam vermesem gücenirdi. Benim memleketimle bir göbek bağım gibisin, değerlimsin” derdi. Alışmıştık artık her gün yarenlik etmeye… Kıyamazdım…
Bir Atatürk ve memleket sevdalısı idi. Okumuş, kültürlü cumhurriyet kadınlarına ayrı bir sevgisi vardı, ayrı bir değer verirdi.
Geçtiğimiz yıl ramazan bayramını kutlamak için aradığımda kızı Nurhan açtı telefonu. “Hastanedeyiz Hülya’cığım babam ameliyat olacak bağırsak düğümlenmesinden” dedi. Telefonu istemiş “Babacım burnunuzda hortum var, nasıl konuşacaksınız?” dedikten sonra selamını söyledi. Ameliyattan sonra çocukken bakımsızlıktan ciğerinde kalan bir araz nedeni ile ameliyat başarılı geçmiş ama ciğer sönmüş. Uyuttular… zaman zaman uyutup uyandırıyorlardı. Makinaya bağlı yaşıyordu ama bilinci yerinde idi. Her gün arayıp bilgi alıyordum Nurhan’dan.
Ziyaretçi kabul edilmeye başlayınca hemen gittim. Hareketsiz yatıyor yalnızca hüzünlü gözlerle bakıyordu. İçim sızladı. Ona esprili anılarımızı anlattığımda hafifçe gülümsüyordu. “Canın yanıyor mu Zeynel abi” dedim, yok anlamında başını salladı. O uzun uzun yüzüme baktı… ben anlattım… anlattım…
Diğer günler video çekip şakacı konuşmalar yaparak Nurhan’a yolluyordum. O da her gün ziyaretine gittiği babasına izletiyordu. Böyle pek çok seveni, yakını video göndererek ona moral vermeye çalıştık…
Anneler gününde eşi Hayruş ablamı aradım. “Hastanedekiler artık bize bir şey demiyor, ne zaman istersen seni ağabeyine götürürüm.” dedi…
Kısmet olmadı…
Sabah Facebookta karşıma çıkan ilk gönderi küçük kızı Beyhan’dan idi. Daha okumadan anladım. İçim cııızz etti. Gönlüme sanki bir ateş düştü… Burnumun direği sızladı. Bir güzel insan daha gitmişti…
Onlarca değerli kitabı kaldı ondan geriye… Bir de güzel anılar…
Sevenlerine, çocuklarına ve değerli eşi Hayruş ablama sabırlar diliyorum…
Güle güle Zeynel ağabeyim… Seni hiç unutmayacağım…
0 Yorumlar
lütfen rencide edici hakaret içeren yorumlar yazmayın bunlar yayınlanmıyacaktır hukuki sorumluluk yorum sahibine aittir