Hatice Altunay – “Arı”l


Denizdeyim. Dalgaların içinde çırpınan bir bal arısı… Bakınıyorum… Sihirli değneğim yok… Kurtarmalıyım onu… Kıyıdan bir çöp buluncaya kadar dalgalarla açılmış gitmiş… Yarım saat sonra bir çığlık yükseliyor denizden… Bir genç kız feryadı… Arı sokmuş, şişmiş, kızarmış! Demek ki bu ölmesin diye mücadele ettiğim arıydı… Bense dalgaların onu kurtardığına inandırmıştım kendimi. Ölmesin yaşasın her çiçekten bal alsın; varlığını sürdürsün istemiştim. Kendi canına kendi kıysın istememiştim. Oturdum sahile arının yaşamını düşledim. Ormanda yaşayan arı susamıştı. Suyu bambaşka düşlemişti ve kanatları dalıvermişti suya… Suyun ayna gibi görüntüsüne tutulmuştu gidiyordu işte… Tıpkı bizim insanların da yaşamın cazibeli yanlarını görüp de sürüklenip durmamız gibi… Sabah akşam gelgitlerinde tıpkı dalgalar gibi çok canlı yerinde duramayan kimlikler her gün aynı devinimler içinde yaşıyorlarsa nerede bu canlılık… Suyun cazibesine dayanamayan arı geldi tutunabilir miyim dediği kendisini tanımayan, panik bir kızcağızı buldu ve hayatı son buldu… Olasılıklı bir yaşam… Eh hayat bu. Kelebeğin ömrü sabahın güzelliği ile başlayıp akşam sonlanır. Oturup üzülelim mi… O güzelim kanatlarını. Güzelliğini öyle açar ki doğaya… Doğa bu güzelliği adeta içine çeker… Öylece kalsın istemez miyiz? Yaşamın özü bu. Doğmak ve ölmek… Kaçınılmazı neden benimsemiyoruz bilmem ki… Yaşama çakılı kalmak mıdır dilediğimiz. (Pek sanmam ama…) Soluk almak yaşamak mıdır? Bir kelebek o kısacık ömründe güzelliği üretip gözlerimizi şenlendirmedi mi? Biz insanoğulları o kadar uzunca yaşama nefes almak dışında eklediğimiz bir güzellik yok! Hırçın ve sessiz dalgalar üretiyoruz. Gelgitleri yaşatıyoruz. Zavallı bir arı bir günah keçisi bulduk mu çullanıyoruz… Her şey bizden yana… Yeter ki bir keçi bulunsun! Öncelikle kendimizi, birbirimizi kucaklamıyor, dinlemiyor, eğitmiyoruz. Gürültüye kapılıp gidiyoruz. Denizde bir arı… Bu denize girmem deniz suçlu diyenlerimiz gibi gidiyoruz. Denizden erken dönmem gerekiyor. Beni bekleyen bir öğrenci olacak birazdan. Hızlı hızlı yürüyorum sahilden eve doğru. Sahildeki tezgâhları geçtikten sonra neredeyse ayağımın altında kalma tehlikesi yaşayan devinimli bir arıyla göz göze geliyoruz. Arıya bakıyorum; o da bana bakıyor. (algılamaz deyip geçiyoruz ya…) geçip gidiyorum bir an dalgınlıkla… Kendi kendimle söyleşim başlıyor. “Neden kurtarmadın onu. Yolun ortasında kaldı. Araba ezer, insanlar ezer…” “Ezer…”Doğru… Niye düşünmedim ki… Geriye dönüyorum kurtarıcı kimliğimle… İnsanlar şaşkın bana bakıyorlar. Yerlerde bir şeyler arıyorum. Yürüyorum aldırmıyorum. Arının yerini çok iyi biliyorum. Şuradaydı diyorum ama yok? Ezilse izi kalır değil mi? Arı yok! Uçmuş olmalı diyorum. En sonunda duvarın dibindeki çiçekte görüyorum arıyı… Kendi kendime gülüp delisin sen diyorum. Şu yaptığın işe bak: Bir arının peşine düşüp “ Arı “lık olmak peşindesin. Seni uyanık seni! Pek de inandırıcı değilsin!
Hatice Altunay
KHA

Yorum Gönder

0 Yorumlar